MELEK HANIM’IN MÂNİ KUTUSU
-Acele etmeliyim, şimdi vurulur kapı, elimdeki şu maniyi de tamamlayıp atmalıyım kutuya diye söylendi kendi kendine Melek Hanım. Son bir yıldır yaşadığı acıları, sıkıntıları, yeni kurduğu ve hala oturtturmaya çalıştığı düzenini, yaşadığı yürek yorgunluklarını hatırladı yine. Arada dalıp dalıp gidiyordu. Sadece yürek mi? Saçlarına aklar düşmeye başlamıştı. Elleri de eskisi gibi değildi, erken mi yıpranıyordu ne?
Ablasının, ailesinin uyarılarına aldırmayıp kendi istediği biriyle kaçması, her şeyin güzel olacağını düşünmesine rağmen umduğunu bulamaması ve tüm olup bitene kendisiyle birlikte belki daha fazla anne ve babasının üzülmesi ile bitmedi olanlar. Uzun zaman hastalıklarla boğuşan babası vefat etti dört ay önce de. Annesi ve kendisi için ikinci bir yıkım oldu bu ölüm.
Babasının vefatından sonra okuduğu meslek lisesi yapı ressamlığı bölümünü yarım bırakmış, mimar olma hayallerini de belki hiç gelmeyecek başka bir bahara ertelemişti. Annesi ve amcalarıyla yaptıkları uzun istişareler sonucu ellerine geçen paraya birikimlerini de ekleyip bu küçük dükkânı açmıştı. Komşuları olan esnaf Hakkı Bey’in kırtasiyesini küçültmek istemesi de gerçekleştirmeyi düşündüğü hayallerine Hızır gibi yetişmişti. Alıştığı mahalleden, evden çok uzaklaşmadan hallolmuştu tuhafiye dükkânı açma işi.
Küçük bir dükkândı Melek Hanım’ın yeni iş yeri. Evinden daha çok zaman geçiriyordu artık benimsediğiişinin şirin mekânında. Asgari bir tuhafiyede olması gerekenleri bulunduruyordu. Arada başka şeyler isteyen olursa toptancısına siparişle getirtiyordu ayriyeten. Elinde kalması sıkıntıya düşmesine sebep olabilirdi. Melek Hanım bunu hesap ederek temkinli davranıyor, tuhafiye dükkânını çok güzel işletiyor, annesini bile şaşırtıyordu.
Dükkânda tezgâhın üzerine, kasaya yakın duran bir küçük kutu koydu. İçinde küçük, süslü, renkli kâğıtlara yazılı maniler. Kendisinin, annesinin, geçmişte akşam sohbetlinde dilinden düşürmediği rahmetli babaannesinin katkılarıyla artık bir kutu dolusu olan maniler. Arada yanına hayırlı olsuna gelen yaşlı büyüklerinden de duyduklarını ilave etmişti. Kim bilir? Zamanla daha da çoğalırdı.
Çocukları çok severdi Melek Hanım, onlar dükkânın kapısından içeri girdi mi üzüntüsünü, sıkıntısını unuturdu bir nebze de olsa.
“-Acele etmeliyim, çocukların okuldan dönme vakti. Elimdeki maniyi bitirip atayım kutuya.” diye söylendi kendi kendine Melek Hanım. Yeni duydukları maniler her zaman daha çok mutlu ediyordu çocukları. Zaman zaman onlarla muhabbet eder, okullarını, derslerini sorar, mani kutusundan maniler çektirir, sonra da takı yapmaları için bir avuç boncuk verirdi onlara. Çocukların yaptıklarını dükkânın bir köşesinde bir küçük tepside satardı da. Arada kendi yaptığı kurabiyelerden ikram etmeyi ihmal etmezdi. Kendisi de boş durmayı sevmez bebek örgüleri yapar böylece kendi işine sermaye kazandırırdı kolayından.
O gün içi öyle sıkılıyordu ki; anlatılacak gibi değil. Sebebini kendisi de bilmiyordu. İçinden bir dilek diledi, bu sabah kapıdan ilk kim girerse ona üç mani çektirip, üç avuç da boncuk hatta takı kitaplarından birini verecek. Hayırlara çıksın inşallah diye söylendi kendi kendine, annesinden duyduğu gibi.
Gönlünden Zehra geçip duruyordu nedense. Zehra yakın zamanda bir elim trafik kazasında anne ve babasını kaybetmiş, iki abisi ve babaannesiyle kalmıştı. Hem yetimliği hem öksüzlüğü içine dokunuyordu garibin. Saatler geçiyor kapıdan içeri giren olmuyordu bir türlü. Biraz sonra da dışarıda sesler artmaya başlamıştı. Sonrası toplanan kalabalık… Melek Hanım kapının önüne bir sepet çekti, aralık bırakarak kalabalığın yanına gitti merakla, korkuyla biraz da. Aldığı haber onu büyük üzüntüye boğdu. İçinin sıkıntısını da gayri ihtiyari buna yordu. Zehra evlerinin kapısının önünde oynarken kaybolmuş, aradan geçen saatlere rağmen bir haber çıkmamıştı kendisinden.
O günden sonra Melek Hanım bütün çocuklara küstü sanki. Kapıdan müşteri ya da çocuk değil haber bekliyordu. Yüzünü güldürecek bir hayırlı haber. Çocuklara boncuk dağıtmıyordu, arada gözünü diken olursa boncuk kutularına keyifsizce istiyorsan alabilirsin diyordu. Mani kutusunu da kaldırdı ortalık yerden. Soran çocuk olursa geçiştiriyordu. Sadece bir mani kaldı söylediği, dilinde, aslında gönlünde. Diline de gönlündeki yansıyordu. Melek Hanım bir cevap alabilecek miydi bir gün dilinden düşürmediği maniye. Kim bilir, aslında tüm mahalleyle birlikte herkesin duasıydı, umuduydu.
-Hoş geldin Zehra
Safalar getirdin
Ben seni çok bekledim
Acep neden geciktin?
(aradan on dokuz yıl geçer)
-Acele et kızım, dedi Melek Hanım kızı Züleyha’ya. Kasabaya yeni bir tuhafiye açılmış, hem çok büyükmüş. Takı kursu veriyorlarmış. Komşu kızları yazılmış, ikisi de senin arkadaşların Nergis ile Hülya, diye devam etti Hülya Hanım.
-Çok isterim gitmeyi ben de, dedi Züleyha.
-Ama lütfen gidip sadece bakmayalım, yazılayım da diye ekledi.
Yol boyunca kurs hakkında konuştular anne kız. Züleyhaen çok da yaz tatili boyunca evde sıkılmayacağı için seviniyordu. Evde olmayı, ev işlerinde annesine yardımcı olmayı seviyordu fakat arada sıkılıyordu. Takı yapmayı birkaç defa denedi, istediği gibi güzel olmayınca vazgeçti. Daha çok mutfakta yeni tarifler denemek ve onlardan annesi, anneannesi başta olmak üzere arkadaş ve komşulara ikram etmeyi seviyordu. Tarih kitapları okumak da onu mutlu ediyordu. Altı yıl kadar önce anneannesinin vefatından sonra yaptığı çoğu şeyden eskisi gibi zevk almamaya başlamıştı.
Tuhafiye dükkânının önüne vardıklarında onları karşılayan hanım kız bir an için tanıdık geldi Melek Hanım’a. Herhalde birine benzettim diye geçirip içinden;
-Hoş bulduk dedi, “hoş geldiniz” sözüne karşılık. İçeri buyur edildikten sonra iskemlede az soluklandılar ve sohbete başladılar.
-Benim adım Zehra, sizinki nedir? sözüyleirkildi Melek Hanım, düşüncelere daldı. Biraz sonra tekrar gözünü dikti, daha dikkatli baktı bu sefer. Soracak oldu vazgeçti ilkin. Sohbet ilerleyince ailesinin nerede olduğunu, birlikte yaşayıp yaşamadığını sormadan edemedi.
Melek Hanım yanılmamıştı. Önce gözleri doldu, sonra uzun uzun sarıldı, Zehra’ ya. Kızı onu en çok anlayandı o anda. Yıllardır yaşadıklarının en yakın tanığıydı o, üzüntüsünün, merakının.
Zehra gördüğü yakınlığa daha fazla dayanamadı. Başından geçenleri bir bir anlattı bu güzel yürekli kadına.
Anne ve babasının mezarını tek başına ziyaret etmeye kalkışınca olmuştu olanlar. Yolunu kaybetmiş, onu bulan kadın seni ailene götüreceğim diye götürmüştü.Üst üste iki çocuğunu doğumda kaybeden kadın Zehra’yı her gün bir bahaneyle alıkoymuş, zamanla onu oyuncaklar, kıyafetler, park gezmeleriyle avutmuş, çocuğun küçük olması da işini kolaylaştırmıştı. Yavrucağın ilk zamanlardaki sık ağlamaları zamanla seyrekleşmiş, günler geçtikçe de bitmişti.Hatta mahzunluğu geçmiş, yeni duruma alışmış görünüyordu evin yeni üyesi. Kadın Zehra’yı kucağına alamadan veda ettiği çocuklarının yerine koyuyor, onu çok seviyor, iyi davranıyordu.
Günler geçiyor, Zehra’nın hayalindeki silik hayaller de zamanla tamamen kayboluyordu. Bir gün sokakta bir araya toplaşmış kadınların konuşmalarına kulak verdi ister istemez, yanlarından geçerken o esnada Zehra. Kendinden niye bahsediyordu bu kadınlar acaba. Sonrası duyduklarına inanamadı. Arada hayal gibi aklına gelirdi de inanamazdı. Saçmalıyorum herhalde, izlediğim filmden falan etkilenmişimdir diye geçiştirir dururdu.
Biraz ağlamaklı daha çok öfkeyle koşup annesine hesap sordu kız. İlkin olanları inkâr eden Nazmiye Hanım kızının ısrarına dayanamayınca anlattı olup biteni bir bir. Sonrası gönlü gibi ayakları da buraya getirdi Zehra’ yı.
Zehra anlattıkça gözlerinden yaşlar akıyordu Melek Hanım’ın. Halk Eğitim Merkezindeki hocası, görevini bırakıp bir köşesinde atölye kuracağı, tuhafiye ve el sanatları malzemeleri satacağı bir yer baktığını düşündü sevdiği öğrencisi Zehra’ya. Zehra’nın ağzından hasret ve merakla burası çıkmıştı. Eski mahallesinin adını iyice öğrenmiş, aklının bir kenarına yazmıştı. Gelip görünce de onu tanıyanların, içtenlikle yardımlarının sayesinde bir yer beğenmişler, açmışlardı dükkânı.
Zehra hem dükkânda satış işine bakacak, hocası toptancılar, gelir gider işleriyle uğraşırken hem de atölyede sağ kolu olacaktı öğretmeninin. Sadece takı değil, başka tekniklerle değişik süs objeleri yapıp satmaktı düşünceleri.
Kızı Züleyha’ya seve seve ders verebileceklerini söylediler. Kendisi de Açıköğretim ev ekonomisi bölümü okuyan Zehra, okul derslerinde Züleyha’ya yardım edecek o da derslerini ihmal etmeyecekti. Ne çabuk kaynaşmışlar, ortak yönler, sıkıntılar, çözümler bulmuşlardı.
Bir gidelim bakalım, inşallah karar verir yazılırız diye düşünürken, şimdi yaşadıklarına ve duyduklarına inanamıyorlardı. Konu Melek Hanımın gençlik zamanlarına, tuhafiye işlettiği günlere gitti, sohbet esnasında. Çoğu anılar zihninde silik olsa da gözleri dolma sırası Zehra’ya gelmişti. Hatıralar bir bir canlanıp gözünün önünde duruyorlardı o an.
Hocasından kaşla göz arası hikâyeyi özetleyip kapmıştı izini. O da son bir saatte yanıbaşında yaşananlardan ziyadesiyle etkilenmişti.
Tuhafiye de eksik bir şey vardı. Zehra’nın da bir isteği vardı Melek hanımdan. Özlem, sevgi dolu bir istek. Tezgâhın üstünde bir mâni kutusu olmalıydı. İçinde maniler, yanında kutu kutu rengârenk boncuklar.

Lâmia MİZAÇ
Bursa doğumlu. Aslen Erzurumlu.
Ortaokul ve liseyi dışardan okudu.
Kur’an Kursu ve İlim Kültür Merkezlerinde dini eğitim aldı.
Halkeğitim ve Busmek’de el sanatları başta olmak üzere değişik kurslara katıldı.
İlahiyat fakültesinde önlisans okudu. Halen Yerel Medya ve Gazetecilik bölümünde eģitimine devam ediyor.
Akadema’da iki dönem Şiir üzerine derslere katıldı. Hızlı Okuma, Yaratıcı Yazarlık, Hafıza Teknikleri gibi bilgileri İstanbul İşletme Enstitü’sünde tamamladı..
Yerel dergilerde ve gazetelerde edebi çalışmalarını yayımlayan yazar, evli ve üç çocuk annesidir.
Halen Bursa’da ikamet etmektedir.