Kategoriler

BÜYÜKANNE / Zeynep KARAASLAN EMAN

BÜYÜKANNE

Mahallede ona herkes büyükanne derdi.
İki katlı ahşap evde tek başına yaşıyordu. Çocukları olmamıştı. Eşi emekli nüfus müdürü Hayri amca da beş yıl önce ölmüştü.
O da çok hoşsohbet bir insandı.
İkisi de Bulgaristan’da doğmuş.
Oradan, bebekken ailece ana vatan’a göç etmişlerdi.
Komşunun oğlu ile evlenen büyük anne hep terzilik yapmıştı.
Görev icabı Edirne, Konya ve Manisa’da çalışmışlar emekli olunca baba evine dönmüşlerdi.
Büyük annenin bütün pencerelerinde sardunya saksıları vardı.
Yaz kış hepsi çiçek açardı.
Kışın kar yağdığında hiç biri donmaz soğuğa karşı koyardı.
Büyük anne onları don olacağı zaman sıkıca örterdi.
Büyükanne sardunyaları hep kadınlara benzetirdi.
– Kadın gibi güçlüdür bunlar. Her şeye sabrederler. Susuzluğa, soğuğa,sıcağa hep dayanırlar. Rüzgarda kırılır, kırıldığı yerden gene çoğalır bunlar.
Bahçedeki çiçeklerin her biri misler gibi kokardı.
Hanımeli, şakayık, karanfil, yaseminler, duvar dibindeki kartopu balkonun altından yukarıya balkona tırmanan pembe asma gülü.
Erik ağacının altında tahta bir divan vardı. Üzerindeki örtü el dokumasıydı, yanındaki tahta masa üzerinde kanaviçe işlemeli örtü de çok güzeldi.
Büyükannenin bitmek bilmeyen masalları öyle güzel öyle çoktu ki yaz kış ondan hep dinlerdik.
– Ayı ormandaki kızı görünce gözlerini bu kadar açmış deyince onun gözlerine bakar, kocaman kalın gözlüğünün arkasındaki koca gözlerden korkardık.
Büyükanne on yaşında ailece Bulgaristan’a giderken trenden köydeki bir istasyonda indiğini tren kalkınca korkup ağladığını ailesinin onu aradığını Bulgaristan’da günlerce kaldıktan sonra polisin onu Türkiye’ye getirdiğini anlatırken ağlayışını hiç unutmam.
– Benim yün hırkamı bulmuşlar o istasyonda.
Beni bir yaşlı kocakarı ağlarken bulmuştu, alıp evine götürmüş bakmış doyurmuştu.
O kadının çocukları polise bildirmişler.
Büyük annenin dedeleri orada kalmış, o zaman orada yaşıyorlarmış.
Biz büyükanneden küçükken bezbebekler yapmayı, genç kızken nakışlar işlemeyi, hamur açmayı, mantı yapmayı, gözlemeleri, çok yemekleri öğrenmiştik. Mahallenin kızları hep orada toplanır onun evini ,bahçesini süpürür, kapısını camlarını silerdik.
Büyük anne örgüsünü yaparken bize Rumeli türküleri de söylerdi.

Kırcaliyle Arda arası
Saat Sekiz Sırası
Yusufum saat sekiz sırası
Ardalılar ağlıyor Yusufum
Yoktur çaresi

Aman bre deryalar
Kanlıca deryalar
Biz nişanlıyız
İkimizde bir boydayız
Biz delikanlıyız

Çıkar aba poturunu
Dalgalar artacak
Demedim mi ben sana
Kayığımız batacak

Kırcaliyle Arda boylarında
Kimler gidecek
Garip Yusuf’un annesine
Kim haber verecek

Zavallı Feride’nin annesine
Kim haber verecek……. Ve

O türkünün sonunda ağlarken biz sessizce beklerdik arkasından bize
– Hadi kalkın kızlar çayı koyun bakayım derdi. Çayın yanında Bademli un kurabiyesi kutusu da mutfaktan gelirdi.
Tenekeden bisküvi kutusunun değeri bizde altın kutusu değerindeydi.
Yeşil üzeri çiçekli bir kutuydu.
Ağızda dağılan bol bademli un kurabiyesinin o güzel tadı hiç bir yerde yoktu.
Annem ne zaman güzel bir yemek yapsa bana
– Git babanneyi al gel kızım derdi.
Babanne nazlanırdı ama hep gelirdi.
Biz onun evine gitmek için can atardık o evde çok güzel el işleri, nakışlı kırlentler, dantel perdeler, karpuz lambalar, öyle çok şey vardı ki.
Anneme yaş gününde o karpuz lambaların birini hediye etmişti.
Annem çok mutlu olmuştu.
Bir gün beni pencereden çağırdı.
– Gel kızanım bir şey diycem sana.
Sokak kapısından girdim. Beni bahçede bekliyordu.
– Otur şuraya beni dinle.
Ben ölürsem muhtar eşyalarımı dağıtacak ona liste yaptım verdim. Sana da kadifeli aynalı sandık hatıra olsun öğretmen çıkacaksın yanında götür gittiğin köye, dedi. Bana kurdeleye bağlı bir anahtar verdi.
– Sakla bunu iyi sakla.
Elini öptüm sarıldım. O da beni öptü.
– Sen ölme büyükanne o sandık hep burda dursun dedim.
..”Kazık mı kakacam dünyaya be kızanım” derken sesi bir buruktu.
Ben öğretmen okulu sınavlarına girerken bana hep okunmuş pirinç vermişti.
– Al bunları üç tanesini yut besmele çek demişti.
Ben iki sınavı da yüksek puanla kazanmıştım.
Onu yetmişaltı yaşında bahçede elinde örgüsü ile uyurken ölmüş halde bulan komşumuz mahalleye haber verdi.
Hepimiz koştuk.
Muhtar her görevini yapıp evi kilitledi.
Büyükanne evini bir hayır kurumuna bağışlamış.
Komşular sardunyaları birer ikişer hatıra diyerek almışlar. Bizim evde ve diğer evlerde toplandık, yedi gün ona Kuran okundu.
Aradan bir zaman geçince muhtar bize geldi babamla konuştu. Elinde karpuz lamba vardı anneme verdi.
– Bu sizinmiş eşi sizdeymiş.
O gidince babamı ağlarken bulduk.
– Ne mubarek kadınmış herkesi düşünmüş dedi.
Büyük anne bankadaki parasını muhtara bırakmış mahalleye yapılacak her ne olursa oraya harcarsın demiş. Muhtar da tutanak tutmuş.
Annemin getirdiği iki teneke sardunyayı babam onun kabrine götürüp toprağa gömdü.
Bunu duyan her komşu biraz ezik olarak aldıkları sardunyaları onun kabrinin etrafına gömdüler.
Rengarenk sardunya çiçekleri oraya çok yakışmıştı.
Bir gece o sandık bizim kapıya geldi.
Muhtar:
Ben hiç açmadım kızım dedi .
“Anahtarı sendeymiş listeye de yazmış.”
Ben babamla sandığı içeriye aldım.
Annem çok merak edince hemen açtık.
İşlemeli bohçalar, boncuklu oyalar, danteller, işlemeli boncuklu pullu bir gelinlik, oyalı örtüler, bir Kuran, karanfil ve kınalar. Bir kesede üç büyük, beş küçük altın ,kurabiye kutusu, içinde tarifler ve bir mektup.
“Kızanım bunları çeyizine koyasın bu altınları da bozup, ilk gittiğin köyde durumu perişan, anasız babasız, öksüz yetimleri giydirmek için kullanasın.
Sen çok merhametli bir kızsın, kendin gibi çok öğretmen yetiştireceksin biliyorum.
Allah’a emanet ol kızanım.

Hafize Tuna

Üç yıl bir dağ köyünde çalıştım. Tayinim bir ilçeye çıktı orada ilçenin kaymakamı ile anlaşıp evlendim.
Düğünümde giydiğim gelinlik büyükannenin sandıktaki gelinliği idi.
Herkes gelinliğime hayran kaldı pul ve boncuklarını o elleriyle işlemişti. Onun lokumlu kurabiye tarifini de sır gibi saklıyorum.

Zeynep KARAASLAN EMAN


Zeynep KARAASLAN EMAN. (1955, Yalova)

Yalova lisesi, Denizli öğretmen okulu ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi mezunu.
İngilizce ve Fransızca bilir. Emekli öğretmendir. Bez bebek ve kukla tasarımları yapmakta.
Şiir ve hikayeleri yerel gazeteler, dergiler ve sosyal medyada yayınlanmakta.
Denizli Bez Bebek Müzesi kurucusudur.
İki evlâdı, üç torunu vardır.
Hayatı ve insanları sever.
Çocuklar ve sokak hayvanları için gönüllü çalışmalar yapmaktadır.
Yayınlanan kitapları:
☆ Bezbebek Hikayeleri
☆ Güllü Lokum
☆ Kağıt Kuşlar
☆ Pati Hikayeleri
☆ Yarasa Çocuklar
☆ Şiir Yağmuru
☆ Sardunya Sokağı
Görüntüleme:
418
Makale Kategorileri:
Edebiyat · Öykü

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Araç çubuğuna atla